Yaşam

‘Modern’ tarımı raydan çıkarma çağrısı: Agroekoloji

Fatih Özden*

Çağdaş sosyolojinin değerli teorisyenlerinden Zygmunt Bauman’ın Holokost’un Yahudi toplumu üzerinde yarattığı yıkımdan yola çıkarak geliştirdiği modernite eleştirisinin temeli, modernitenin farklılığı kusur olarak görmesidir. Bu noktada Bauman’ın, yabani otların yok edildiği çağdaş bahçe kültürü üzerinden soykırımı bahçeciliğe benzetmesi dikkat çekicidir. Bauman’a göre toplumu bir bahçe olarak gören anlayış, toplumun doğasında olan farklılıkları, ot gibi yayılmasını önlemek için ayıklanması, toplumu tehdit etse bile öldürülmesi gereken unsurlar olarak görmektedir. Bauman, modernitede problem çözmede elde edilen en çarpıcı başarıların bile, analiz edilmesi gereken toplam sorun sayısına yenilerini eklemekten başka bir işe yaramadığını vurguluyor. Günümüzde endüstriyel tarımda yabancı otların temizlenmesinde herhangi bir sorun yaşanmamaktadır. Yabani otlar veya zararlı böcekler, kültür bitkileri için doğrudan bir tehdit olarak görülmekte ve tarım ilaçları (tarım zehirleri) ile yok edilmektedir; Tekrar analiz edilmesi gereken sorunlar havuzuna, kimyasal kullanımının doğa ve insan için oluşturduğu analiz edilmiş gibi görünen riskler de ekleniyor. Ancak sorun burada bitmiyor; Günümüzün “modern bahçeleri” çok daha derin bir distopyaya dönüşme sürecindedir. Tarımın insanlıktan ve doğadan koptuğu bir distopya bu.

İNSAN İLE DOĞA ARASINDAKİ KESİM

Marx, insanın emek sürecinde doğayla kurduğu ilişkiyi metabolizma kavramıyla açıklar. Çitlenmenin somutlaştırdığı ilkel birikim sonucunda, insanların şehirlerde birikmeye başlamasıyla ortaya çıkan, insanla doğa arasındaki kopuşa metabolik yarık deniyor. Gıda ve lif kırsal alanlardan uzaklaştırıldıkça, daha önce doğaya besin olan kalıntılar atık olarak şehirlerde birikmeye başladı. Doğadan kopuş sadece insanlarla sınırlı değil; 20. yüzyılın ortalarından itibaren hayvansal ürünleri işleyen büyük işletmelerin ortaya çıkmasıyla birlikte hayvanlar doğal mera ve meralarından uzaklaştırılmış ve kapalı sistem hayvancılık uygulamaları yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu aynı zamanda besin döngüsünde yeni bir kırılmaya işaret eder. İnsanlardan sonra hayvan dışkıları da atılması gereken atık haline geldi. Topraklar artık doğal besinlerden yoksundur.

Kapitalizmin tarihi aynı zamanda sermaye birikiminin de tarihidir. Bir yanda metabolik bölünmeyle, diğer yanda sermayenin birikim amaçlı doğal varlıklar üzerindeki hakimiyeti ve bunların kalıntısı diyebileceğimiz ekolojik yıkımla iklim değişikliği, salgın, savaş ve ekonomik krizle karşılaştık. En çok konuşulan konulardan biri de tarım-gıda sisteminin kırılganlığıydı. Tüm bu krizlere dayanıklı bir gıda sistemi yaratacak çözümler arıyoruz. Peki çözümlerimiz Bauman’ın da belirttiği gibi bizi daha büyük sorunlarla yüz yüze getirecek palyatif çözümler mi olacak, yoksa kök nedenlere odaklanan, başımıza yeni dertler açmayacak kalıcı çözümler mi olacak?

Böyle bir ortamda, akademide de yer aldığım tarım “sektörü”nde çözümün tarım 4.0, topraksız tarım, dikey tarım gibi sistemlerden geçtiği yönünde yaygın bir görüş bulunduğunu belirtmek isterim. . Yani insanı ve hayvanı topraktan ve doğadan ayırdıktan sonra sıra bitkilere geldi. Doğal olarak mevcut durumda Bauman’ın bahçe kültürü benzetmesinden yola çıkarak tarımın doğayla ne kadar iç içe olduğu ve ekosistemle uyumlu olduğu sorusu akla gelebilir. Bunu da iddia etmiyorum; Ama yeni bir yol ayrımına geldiğimize ve direksiyonu hangi yöne çevireceğimizin önemli olduğuna inanıyorum.

‘YEŞİL DEVRİM’ VE NEOLİBERALİZM

Bina içinde dikey tarım
Sistem kullanılarak yetiştirilen marul.

Son yüz yılda bizi tarım-gıda sistemi açısından bu sıkıntılı ortama ve yol ayrımına getiren biri teknik-teknolojik, diğeri siyasi iki değerli gelişmeden bahsedebiliriz. Bunlardan ilki “Yeşil Devrim” olarak adlandırılan endüstriyel tarımdır. Mendel’in kalıtım unsurlarını temel alarak 1930’lu yıllarda ABD’de hibrit tohum geliştirme çalışmaları ile başlamış, İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük kimya firmalarının geliştirdiği gübre ve pestisit gibi sentetik tarım kimyasallarının ve mekanize tarımın üretime entegrasyonuyla devam etmiştir. Sağladığı verimlilik artışı nedeniyle ilk başlarda pek fazla sorgulanmayan endüstriyel tarım, günümüzde sebep olduğu doğa tahribatı ve insan sağlığına olumsuz etkileri nedeniyle pek çok eleştiriye konu olmaya başlamıştır.

İkinci önemli gelişme ise kapitalizmin birikim krizini aşmak amacıyla 1980 sonrası gündeme getirilen neoliberal politikalar ve bu politikaların tarıma yansımalarıdır diyebiliriz. 1980’li yıllara kadar ürün piyasalarında ticaret yoluyla tarıma entegre olmaya çalışan kapitalizm, neoliberal politikaların tarım üzerindeki etkilerinin yoğun bir şekilde hissedilmeye başlandığı 1990’lı yılların ortalarından itibaren önce tarıma nüfuz etmenin, ardından doğrudan tarımı ele geçirmenin yollarını aramıştır. ve çoğunlukla başarılı oldu. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bünyesinde imzalanan Tarım Anlaşması sonrasında ülkeler hem tarıma verdikleri desteği azaltmak hem de tarım ürünlerine uyguladıkları gümrük vergisi oranlarını düşürmek zorunda kaldılar. Sürece, ülke içindeki tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi eşlik etti. Bu, tarımda serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olması, üretim ve emek süreçlerini kontrol altına alarak sermayenin tarıma nüfuz etmesinin önünü açması anlamına geliyordu.

Marx, değerli eseri Kapital’e, analizin başlaması gereken yer olarak bahsettiği metanın öyküsüyle başlar. Bu anlamda tohumlar, tarımda üretimin ve emek süreçlerinin kontrol edilmesi süreçlerinin analiz edilmesi açısından benzer bir öneme sahiptir. Örneğin Türkiye’de 2006 yılında çıkarılan Tohum Kanunu ve buna göre yapılan düzenlemelerle tohumların fikri mülkiyet altına alınması ve uygulanan politikalarla bu sahiplenmenin pekiştirilmesi gibi gelişmeler, binlerce yıldır ortak olan ve paylaşılan tohumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. kullanım bedeli yerine değişim değeri üzerine bahis oynanan bir meta biçimine dönüştürülecek. Tohumlarda değişen mülkiyet çıkarları ile hızlanan sermaye girişi, üretimin sonraki aşamalarına da sıçramış ve daha önce çiftlik içinden temin edilen birçok girdi, çiftçilerin piyasadan satın almak zorunda olduğu bir maliyet unsuru haline gelmiştir. İş piyasalarında da durum farklı değil. Sözleşmeli tarım, işgücü süreçlerinin kontrolü ve denetimi açısından son yıllarda çiftçiler ve şirketler arasında en öne çıkan çalışma alanıdır. Günümüzde sözleşmeli tarım, sanayicinin istediği zamanda, istediği kalitede, istediği fiyata hammaddeye ulaşabilmesinin; Çiftçi için piyasayı ve fiyatı garanti altına almanın ve girdi sağlamanın en etkili yolu olarak gösterilmektedir. Şirket ile çiftçi arasındaki asimetrik güç ilişkileri nedeniyle sözleşmelerin tek taraflı olarak şirketler lehine kullanılması sonucu çiftçilerin sıklıkla yaşadığı mağduriyetler, durumun aslında çiftçinin sömürülme biçimlerinden biri olduğunu gösteriyor. neoliberalizmin esnek çalışma rejiminin tarıma yansıması.

GIDA EGEMENLİĞİ VE TARIM EKOLOJİSİ

Üçüncü gıda rejimi veya kurumsal gıda rejimi olarak da adlandırılan 1980 sonrası tarım-gıda sisteminde çiftçiler hem girdi hem de ürün pazarlarında özerkliklerini kaybetmişlerdir. Değerli kırsal sosyologlardan Jan Douwe van der Ploeg, günümüz tarımını üç temel gruba ayırıyor: köylü tarımı, girişimci tarım ve kapitalist tarım. Kapitalist üretimde emek, diğer girdi ve kaynaklar meta olarak üretim sürecine dahil edilir ve nihai ürün yine meta biçiminde piyasaya sunulur. Ploeg’in girişimcilik biçimi olarak adlandırdığı üretim tarzında emek dışındaki faktörler yine meta biçimindedir ve bu kümede yer alan çiftçilere özerkliğini kaybetmiş köylüler adı verilmektedir. Köylü tipi üretimde piyasayla sadece ürün açısından bir ilişkinin olduğu, bunun dışında emek ve diğer girdilerin temelde işletme içinden karşılandığı ortaya çıktı. Bu nedenle, köylü tarzı üretim düşük düzeyde metalaşma ile karakterize edilirken, girişimci tarım yüksek düzeyde metalaşma ile karakterize edilir.

Günümüzün “modern” tarımının ana sınırlarını oluşturan, köylü, çiftçi, tüketici, doğa ve kırsal yaşam üzerinde bir nevi tahakküme dönüşen sürece karşı toplumun farklı kesimlerinden tepkiler yükseliyor. Sürecin küreselliği bağlamında en büyük tepkinin küresel bir kuruluştan geldiğini söyleyebiliriz. 81 ülkeden pek çok bileşeni ve aralarında Türkiye’den Çiftçi-Sen’in de bulunduğu 200 milyona yakın üyesi bulunan uluslararası köylü hareketi La Via Campesina (LVC), neoliberalizmin endüstriyel tarımına karşı gıda egemenliği paradigmasını savunuyor. 1990’lı yılların ortalarında ülkelerin ulusal tarım politikalarını zayıflatan DTÖ Tarım Uzlaşması’na tepki olarak başlangıçta kaybedilen kazanımların geri kazanılmasına odaklanan örgüt, bu amacını ulusal egemenliğe de atıfta bulunarak gıda egemenliği olarak kavramsallaştırdı. Ancak yıllar geçtikçe değişen toplumsal koşullar ve yeni ve farklı tahakküm bağları nedeniyle kavramın çok daha geniş bir bağlama yerleştiğine tanık oluyoruz.

Uluslararası Köylü Hareketi: La Via Campesina.

Bugün gıda egemenliğinin, köylülerin, kırsalda çalışan diğer insanların ve tüketicilerin piyasalara tabi olmayı bırakıp, üretimden tüketime kadar tüm aşamalarda politikaların belirlenmesine demokratik bir şekilde müdahale etmesi anlamına geldiğini görüyoruz. Gıda egemenliği, doğanın bir kaynaktan ziyade ortak varlık olarak tanımlandığı ve bu anlamda agroekolojik bir üretim sistemini ön planda tutan; Yerel üretim ve tüketimi, topraksızlara toprak verilmesini, tarımda kadınların görünmez emeğinin görünür kılınmasını, gençlerin tarıma dönüşünü amaçlayan bir tarım reformu öngören son derece politik, anti-kapitalist, özgürlükçü ve radikal bir çerçeveye sahiptir. kırsal kesim ve tarım. Söz konusu içerik, LVC’nin makul aralıklarla düzenlediği uluslararası forumlardaki katılımcı süreçlerle şekillenmektedir. Bu forumların hazırlık çalışmaları birçok bileşenden oluşan Uluslararası Gıda Egemenliği Planlama Komitesi (IPC for Food Sovereignty) tarafından yürütülüyor. İPM’nin önümüzdeki dönemde yeni bir gıda egemenliği forumu için çalışmalar planlamaya başladığını, sadece gıda egemenliği için çabalayan toplumsal hareketlerin değil, aynı zamanda aşağıdaki gibi farklı kesişimleri de kapsayan ittifakların artırılıp genişletilmesine yönelik bir forumun planlandığını da belirtelim. emek, ekoloji ve kadın hareketleri.

AGROEKOLOJİNİN ÜÇ BİLEŞENİ; BİLİM, UYGULAMA VE EYLEM

Gıda egemenliği mücadelesi aslında bir özerklik çabasıdır ve bunun en kritik ayağı köylü özerkliğidir. Agroekoloji, bir yandan doğa dostu üretimin, diğer yandan son derece metalaşmış ve özerkliğini kaybetmiş çiftçilerin özerkliklerini yeniden kazanmalarının bilimsel ve politik bir yolu olarak ön plana çıkmıştır. Kavramın bilimsel bir yöntem olarak kullanılması 1930’lu yıllarda başlamış olsa da siyasi içerik ancak 2000’li yıllarda kazanılmıştır. Günümüzde tarımsal ekolojinin üç temel bileşeni vardır: bilim, uygulama ve eylem.

Çeşitliliğe dayalı agroekolojik uygulamalar.

Agroekolojinin bilimsel temeli, tarım-gıda sisteminin tasarımını, planlanmasını ve yönetimini, ekolojik kavram ve ilkelerin uygulanmasını ve gıda sisteminin ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğini amaçlayan tüm araştırma, eğitim ve yayın faaliyetlerinden oluşur. Ancak agroekolojinin akademik bilimsel bilgi kadar uzun yıllara dayanan deneyime dayalı yerel bilgiye de değer verdiğini, yerel bilginin araştırma-uygulama süreçlerinde değerli bir yere sahip olduğunu belirtelim. Agroekolojinin bu yönü aynı zamanda çiftçilerin araştırma süreçlerinin doğrudan ana konuları olduğu anlamına da gelir. Dolayısıyla araştırmacı ile çiftçi arasında yukarıdan aşağıya değil, bilginin demokratikleşmesini sağlayan yatay bir ilişki kurulur.

Tarımsal ekolojinin pratik kısmı bilimsel olarak ortaya konan ilkelerin alana uygulanmasıdır. Agroekolojik uygulamalar yerel farklılıklara göre değişiklik gösterebilir. Polikültür yetiştiriciliği, hayvancılıkla entegrasyon, ormancılık tarımı, münavebe, ara ürün, yeşil gübre, örtü bitkileri ve kompost gibi pek çok agroekolojik uygulama bulunmaktadır. Bugün bu uygulamalara dayalı olarak organik tarım, permakültür, yenileyici tarım, biyodinamik tarım, koruyucu tarım ve kentsel tarım gibi farklı üretim yaklaşımlarının olduğunu biliyoruz. Ancak bu yaklaşımların bir takım agroekolojik uygulamalardan faydalanması onları tek başına agroekolojik yapmaz. Çünkü günümüzün agroekoloji anlayışı, çiftçilerin piyasaya bağımlılığını ön planda tutarak onları mümkün olduğunca piyasadan bağımsız kılmakta ve onlara adil geçim fırsatları sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında örneğin organik tarım yaklaşımında doğa dostu uygulamalar kullanılsa da çiftçiler girdi ve ürün pazarlarına bağımlılıklarını aşamamakta, üretim çoğunlukla geniş alanlarda monokültür (tek ürün) üretime dayanmakta ve tarım arazileri üzerinde gerçekleştirilmektedir. firmalar adına sözleşme bazında yapılmakta olup, sertifikasyon işlemleri yine firmalar üzerinden, şeffaflıktan uzak ve yüksek süreç maliyetleri ile gerçekleştirilmektedir. küçük işletmelere adil geçim olanakları sağlamanın yetersiz olduğunu görüyoruz. Agroekolojik üretime geçişin ilk aşamalarında konvansiyonel yani kimyasal girdilerin, piyasada satılan biyopestisitler veya organomineral gübreler gibi organik girdilerle değiştirilmesi gündeme gelebilir. Ancak bunun bir geçiş dönemi olarak planlanması gerekiyor. Asıl amaç, ekosistem hizmetleri olarak adlandırılan ekolojik süreçlerden yararlanarak sistemi yeniden tasarlamak olmalıdır.

Özellikle 2000’li yıllarda agroekoloji doğa bilimlerinin yanı sıra sosyal bilimlerin de ilgisini çekmeye başladı. Bu ilginin temelinde agroekolojinin bu yıllarda toplumsal bir hareket olarak görülmeye başlanması yatmaktadır. Toplumsal hareketler bağlamında agroekolojinin ana gündemi, agroekolojinin savunulması ve yaygınlaştırılmasıdır. Toplumsal bir hareket olarak agroekoloji; Endüstriyel modelle çelişir ve kısa pazarlama zincirleriyle adil ve güvenli gıda üretimini sağlamak ve yerele uygun gıda sistemleri oluşturmak için kırsal alanların ekonomik yapısını güçlendirmeye çalışır. Bu bağlamda agroekoloji hareketi; Küçük ölçekli gıda üretimini, çeşitli aile çiftçiliği biçimlerini, kırsal toplulukları, gıda egemenliğini, yerel bilgiyi, sosyal adaleti, yerel kimliği ve kültürü, yerel tohumlar ve yerel hayvan türleri üzerindeki yerel hakları savunur. Bu bağlamda agroekolojinin politik savunuculuğu ana akım yaklaşımları farklı bir pozisyon almaya itmiştir. Kavram olarak fazla itiraza izin vermeyen agroekolojiyi siyasi bağlamından arındırma çabaları dikkat çekicidir. Örneğin FAO’nun 2014 yılında düzenlediği ilk resmi agroekoloji sempozyumunda özellikle ABD’nin, agroekolojinin politik içeriğinden bağımsız olarak teknik yönleriyle tartışılmasına yoğun müdahaleleri olmuştur. Bunun üzerine 2015 yılında LVC bünyesindeki toplumsal hareketler tarafından Mali’de Nyéléni Uluslararası Agroekoloji Forumu düzenlendi ve siyasi bağlamdan yoksun şirketlerin agroekolojisi yerine gıda egemenliğine dayalı halkın agroekolojisi kavramı öne çıkarıldı.

Agroekoloji hareketinin ana gündemlerinden biri, çiftçiler arasında agroekolojiyi yaygınlaştırmaktır. Tarımsal ekolojiyi çiftçiler arasında yaygınlaştırmanın en etkili formüllerinden biri, Campesino a campesino veya Freirean pedagojisine dayalı çiftçiden çiftçiye yaklaşımıdır. Çiftçiden çiftçiye yaklaşım, çiftçilerin ortak tarımsal sorunlara yenilikçi veya tarihi yerel klasik bilgilerle çözüm bulması, deneyimlerini çiftlik ortamında diğer çiftçilerle paylaşması esasına dayanmaktadır. Bu yaklaşımın temel çıkış noktası, dışarıdan kentli bir tarım uzmanının yukarıdan aşağıya aktarılması yerine, çiftçilerin kendileri gibi çiftçilik yapan birine inanmalarının daha kolay olacağıdır. Bu yaklaşım sayesinde Hindistan, Brezilya ve Küba’da değerli sonuçlar elde edildi. Örneğin Hindistan’da agroekolojik uygulamalara dayanan Sıfır Bütçeli Doğal Tarım (SBDT) hareketi, çiftçiden çiftçiye yaklaşımı sayesinde yaklaşık üç milyon kişiye ulaştı. Hindistan’da elde edilen başarıda, uzun yıllardır endüstriyel tarımla uğraşan çiftçilerin ağır borçlanmaları ve bu nedenle çiftçi intiharlarının sıklıkla gündeme gelmesi de etkili oldu. Yalnızca 2019 yılında 10 binden fazla çiftçinin borç nedeniyle intihar ettiği Hindistan parlamento raporlarına da yansıyor. Tarımsal ekolojinin Küba’da yaygınlaşmasında SSCB’nin çöküşü sonrasında endüstriyel girdilere erişimde yaşanan sorunlar nedeniyle yaşanan gıda krizinin etkili olduğunu görüyoruz. Küba’da doğa dostu agroekolojik uygulamaların uygulanmasındaki temel yayılım metodolojisi çiftçiden çiftçiye yaklaşımdı. Hindistan ve Küba örneklerinin de gösterdiği gibi alternatif üretim modellerine geçişte krizler etkili oluyor.

Agroekolojinin toplumsal hareket boyutu burada bitmiyor. Agroekolojinin temel unsurlarından biri yerel ve bölgesel pazarların önceliğidir. Bu nedenle kırsalın yanı sıra kente de odaklanan bir yaklaşım var. Bunun bir yansıması olarak son yıllarda şehirlerde artan gıda girişimlerini görebiliriz. Agroekolojik ürünlerin toplumun her kesimine ulaştırılması konusunda kat edilmesi gereken daha çok mesafe olmasına rağmen, bu girişimlerin hala anlamlı çalışmalar olduğunu görüyoruz. Bunun da yeni bir kır-kent ilişkisinin inşası için çeşitli fırsatlara kapı araladığını söyleyebiliriz.

GERÇEK ÇAĞDAŞ TARIM

Pandemi, ardından Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle gıda tedarik zincirinde yaşanan küresel sorunlar ve ardından Türkiye’nin içine girdiği ekonomik darboğaz sonucu döviz kurundaki dramatik artışların gıda kullanımını kısıtlaması gibi gelişmelerin yaşanacağı şeklinde yorumlanabilir. Tarımda endüstriyel girdilerin azaltılması, tarımsal ekolojiye geçiş için bir fırsat olabilir. Ancak bunun doğal olarak gerçekleşeceğini düşünmenin boş bir beklentiden başka bir şey olmadığını unutmamak gerekir. Hindistan, Küba ve Brezilya’nın tüm örneklerinde, güçlü çiftçi veya köylü örgütleri agroekolojiye geçişte ve krizlerde rol oynadı. Bu nedenle agroekolojinin Türkiye ve diğer ülkelerdeki benzer kuruluşlar tarafından benimsenmesi de yayın sürecinin önemli bir parçasıdır. Türkiye’de agroekolojinin, akademi, tarımla ilgili merkezi ve yerel yönetim kuruluşları ve konuyla ilgili birçok STK tarafından çoğunlukla politik yöneliminden bağımsız olarak indirgemeci bir yaklaşımla ele alındığını görüyoruz. Bu bağlamda agroekoloji daha çok endüstriyel tarımsal gıda sistemi içerisinde kalarak tarımsal faaliyetlerde ekolojik ilkeleri vurgulayan bilimsel bir disiplin veya istisnai uygulamalar olarak görülmektedir. Ancak son dönemde üretim maliyetlerinde, özellikle gübre ve mazot gibi fosil yakıtlara dayalı girdi fiyatlarında yaşanan artışlar, şirketlere bağımlı bir tarım-gıda sisteminin çiftçiler ve tüketiciler açısından önemli bir risk oluşturduğunu gösterdi. Bu nedenle çiftçilerin pahalı, şirketlere bağımlı, sağlığa ve çevreye zararlı üretim sisteminden uzaklaşabilmesi için agroekolojinin bilim, uygulama ve hareket bileşenleri ile bu bileşenlerin konuları arasındaki işbirlikleri önemlidir.

Alain Badiou, Gerçek Hayat: Gençliği Yoldan Çıkarmaya Davet adlı kitabında; Gençlerin zevk, güç ve para tutkusuyla hayatlarını inşa ederek hayatlarını mahvetmenin ortasında sıkışıp kaldıklarını, oysa gerçek hayatın bu tutkuların dışında mümkün olduğunu vurguluyor. Makalenin başlığına da ilham veren bu kitap ve görüşe dayanarak, dar görüşlü bir verimlilik, teknolojik determinizm ve kâr güdüsü anlayışına indirgenen çağdaş (endüstriyel) tarımın, kendi etrafında bir hegemonya yarattığını kabul etmek gerekir. kırılması zordur ama imkansız değildir. Kırsal ve kentsel işçilerin tarım ve gıda politikalarının belirlenmesine doğrudan müdahale edebildiği gıda egemenliği, bu radikal dönüşümün anahtar kavramı olabilir. Haesook Kim, uluslararası köylü hareketi La Via Campesina’nın Doğu ve Güneydoğu Asya Bölge Sekreteri; “Agroekoloji olmadan gıda egemenliği sadece bir slogan, gıda egemenliği olmadan agroekoloji sadece bir tekniktir” sözü, gıda egemenliği ile agroekoloji arasındaki ilişkiyi çok iyi ortaya koyuyor. Arkeo Duvarı’nın önceki sayısında Çiler Çilingiroğlu’nun yazısında tarım devriminin bir zorunluluk değil, bir tercih olduğu belirtilmişti. Aynı soruyu günümüz endüstriyel tarımı için sorarsak sanırım cevap yine değişmeyecektir. Yani gerçek modern tarım; Gıda egemenliği ve tarımsal ekoloji olamaz mı?

*Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu